Maarif Sandığı Hattat Kadıasker Mustafa İzzet Efendi
İstanbul’u seyrediyorum hakim bir tepeden. Sanki üzerinde yürüyorum boğazın. Önümde büyükçe bir ceviz ağacı bahara hazırlanıyor.
Cihangir Camiindeyim, sırtımı duvara yaslamış İstanbul’u seyrediyorum. Neden her şey İstanbul’da güzelmiş bir kez daha anlıyorum. Bir şiir geliyor aklıma;
Ne kadar var ise aksam-ı hüner
Hep Stanbul’da bulun revnak-u fer
Nakş-u tasvir-i hutut-u tezhib
Hep Stanbul’da bulur zinet-u zib
Ayasofya’ya bakarken “Bir sebeple sen gücenmişsin bana, Söyle sultanım ne ettim ben sana” mısralarının şairiyle Ayasofya arasındaki rabıtayı düşünüyorum. Sanki gerçekle hayal arası bir mekanda buluyorum kendimi. Fatih Sultan Mehmet’in girdiği kapıdan usulca giriyorum Ayasofya’ya. Kimsecikler yok, sessizliğin sesi sinmiş her yere. Camiye açılan büyük bronz kapıdan geçince kubbenin hemen altında görüyorum onu. Yüzünde hem hüzün hem sevinç, Hattap oğlu Ömer levhasına bakıyor. Yaklaşıyorum görüyor beni. Üstünde Özbek dervişlerini andıran bir kıyafet, yokmuşum gibi bakıyor bana. Çünkü ne ben, ne de o var aslında.
“Ey gönül! bir can için sultana minnet eyleme” diyor ve yürüyor mihraba doğru. Peşine düşüyorum. Hünkar mahfilinin oraya gelince sütunlardan birine sırtını yaslayıp oturuyor. Diz çöküyorum önünde. Sanki neyi merak ettiğimi biliyor gibi başlıyor o davudi sesi ile anlatmaya.
“1229 yılının Şaban ayının ilk Cuma günüydü. Sultan II. Mahmud Hidayet camiine Cuma namazını eda etmek için geldiğinde, bende oradaydım. Üstadım Kömürcüzade Hafız Mehmed Şeyda Efendi, namaz öncesi okunması adet olan Nat-ı Şerif-i bana okutmuştu. On üç yaşındaydım henüz. Namaz sonrası hünkar efendimiz sesimi beğenmiş olacak ki, beni huzuruna çağırtıp eğitimim için emir buyurdu.
Silahtar Ahmet Paşa oğlu Ali Paşa maiyetine verildim. 19 yaşıma ulaştığımda Hüsn-i Hat hocalarımdan Çömez Mustafa Vasıf Efendi’den Sülüs-Nesih, Yesarizade Mustafa İzzet Efendi’den Talik icazeti aldım.”
Bunları söylerken Ayasofya’nın levhalarına bakıyordu. “Çok şükür” dedi. “Çok şükür ki bu muazzam mabedin hatlarını hazırlamak bu fakire nasip oldu.”
Bu sözlerin tesiriyle daldığım hayalden uyanıverdim. Şaşkın, şaşkın Ayasofya’ya bakıyordum. Hava iyice soğumuştu. Üşüdüğümü fark etmedim.
Ayasofya’nın içindeki büyük yazıların hattatı Kadıasker Mustafa İzzet Efendi, sarayda aldığı eğitimin ardından, çok iyi bir neyzen ve hanende ve hattat olarak eserler vermeye başladı. Ser müezzinlik vazifesinin yanında sesi ve neyi ile huzur fasıllarında bulundu. Fakat saray hayatı hiç de ona göre değildi. Bu sevmediği hayattan kurtulmanın yollarını ararken aklına hacca gitmek geldi. Sultandan müsaade alıp 1831 yılı hac mevsiminde yola çıktı. Hac dönüşü 7 ay kadar Mısır’da kaldı. İstanbul’a dönünce de bir ev satın alarak saraydan uzakta istediği hayat içinde yaşamaya başladı. (Üzerindeki Özbek dervişi kıyafeti o zamandan kalmadır.) Fakat bu huzurlu hayat çok da uzun sürmedi.
1832 Ramazan ayında, Bayezid Camii müezzin mahfilinde hatim indirirken kendisini tanıyan birkaç kişi namaz için kamet almasını rica ettiler. Olmaz dediyse de nafile.
İzzet efendi o eşsiz sesi ile kamet almaya başladığı sırada, sultan II. Mahmud camiyi teşrif etti ve sesi tanıdı. Namaz ve tesbih duası bitince hünkar emin olmak için yaverini gönderip sordurdu. Yaver: “Şevketlu efendimiz sual buyuruyorlar, kamet alan kimdir?” müezzin başı Mustafa İzzet Efendi’yi gösterince oruçlu olan yaver İzzet Efendiyi tanıyamadı ve padişaha, kamet alanın bir Özbek Dervişi olduğunu arz etti. Fakat akıllı sultan celallenerek “Mustafa Efendi’nin sadasını ben bilmez miyim? Özbek’tir diye beni mi aldatıyorsunuz. Müezzin mahfelinde bulunanlar tiz aşağı insin” dedi. Aşağı inenler arasında Mustafa efendiyi görünce daha da fazla sinirlenen sultan, saraydan uzaklaşıp böyle bir kıyafetle dolaştığı için ve geldiğini haber vermediği için katledilmesini emrederek camiden ayrıldı. Orada bulunan hatırı sayılır kişiler sayesinde cezası önce sürgüne çevrilen, sonra da tamamen kaldırılan İzzet Efendi, hünkardan af dileyerek tekrar saraya girdi. Sultan ölene kadar da 7 yıl saz meclislerinde bulundu.
Şehzade Abdülmecit tahta geçince Kadıasker’in hayatı daha da farklılaştı. Yeni sultanın hat hocalığı görevini de üstlendi.
Büyük sanatkar Kadıasker Mustafa İzzet efendi, diğer özelliklerinin yanında çok iyi bir hattat olarak bilinir. Abdülmecit’in sultanlığı döneminde, Eyüp Camiinde imam-hatiplik görevine getirilmiş. Bu görevi sebebiyle, Cuma günlerine hürmeten yalnızca caminin işleri ile ilgilenir ve yazı yazmazmış. Hattatların ellerinin kıvamı gitmesin diye, her gün talim yaptıkları bilinen bir gerçektir. Kadıasker bu sebeple; “Cumartesi günleri yazdığım yazıları aradan 40 yıl geçse ensesinden tanırım” diyerek sanatındaki büyüklüğünü ortaya koymaktadır.
Ayasofya’nın Levhaları
İzzet efendi 75 yıllık ömrüne bir çok sanat eserini sığdırmıştır. 11 adet Kur-an, 200’e yakın Hilye-i Saadet, bir çok kitabe yazmıştır. Fakat bu eserlerin arasında en dikkate şayan olanı şüphesiz ki, Ayasofya Camii içinde bulunan yazılarıdır. Dünyada eşi ve benzeri bulunmayan bu yazılar görenleri heyecanlandırmaktadır. 35 cm. kalınlığında kalem ağzı ile yazdığı Cihar Yar-i Güzin levhaları 7.5 metre çapındadır. Bu özelliği nedeniyle dünyanın en büyük yazıları vasfını bünyesinde barındırmaktadır.
1934 yılında caminin dışına çıkarılıp, başka bir yerde sergilenmesi için yerlerinden binbir güçlükle indirilen bu devasa levhaların hiçbir kapıdan geçmediği görülünce, yerde duvara yaslanmış ve ne yapılacağı düşünülmüştür. Beş yıl yerde bekleyen bu levhaların en iyi teşhir yerinin eski yerleri olduğuna 1939 yılında karar verilmiş, fakat tahsisat yokluğundan yerlerine asılamamış on yıl sonra 28 Ocak 1949 tarihinde, bazı hayırseverlerin yardımlarıyla yerlerine asılabilmişti.
1801 yılında Tosya’da doğan ve 1876 yılında İstanbul’da vefat eden İzzet efendi ömrü boyunca gayretkeş bir şekilde çalışarak çok büyük talebeler yetiştirmiştir. Talebeleri arasında Şefik Bey, Muhsinzade Abdullah, Abdullah Zühdi, Hasan Rıza, Kayışzade Hafız Osman, Mehmet İlmi Efendi gibi ustalar yer almaktadır.
Yukarıda da zikredildiği gibi 1876 yılında vefat eden Üstad, annesi tarafından ceddi Şeyh İsmail-i Rumi Hz’nin medfun bulunduğu Tophane’deki Kaadirihane haziresine defnedilmiştir. Kabir kitabesi talebelerinden Muhsinzade Abdullah Bey tarafından Celi Sülüs’le yazılmıştır.
Defnolunduğu sırada baş ucunda konuşma yapan bir zat; “Efendiler buraya gömdüğümüz bir maarif sandığıdır” diyerek Kadıasker Mustafa İzzet efendinin büyüklüğünü en güzel şekilde ifade etmiştir.