Mahzun ve Mütevazı Hattat Halim Efendi
Üzümlerin mayhoşluğu hüznün habercisi gibiydi. İnsanın yüzünü ekşiten henüz olgunlaşmamış üzümler. Tam üç bin kütük.
Her sabah olduğu gibi bağ içinde dolaştı Halim Efendi. Her karışına emek verdiği bu güzelim bağ yıllardır onu çilelerden, düşüncelerden ve haksızlıklardan az da olsa uzak tutuyordu. Bugün çok da geç olmadan bir yere yetişmesi gerekiyordu. Saatine baktı ve hızla bağdan çıktı. Çok sürmedi Londra Asfaltının oraya gelmesi. Karşıya geçip dolmuşa binmek istedi ama olmadı…
Necmiyâ! Hattat Halim Bey oldu mağfûr-ı İlâh
İlm-i hattın en büyük üstâdı idi göçtü vâh!
20 eylül 1964 günü Hattat Necmeddin Okyay Efendi düşürdü tarihini ve Halim Efendi intikal etti hak ettiği makama. Oysa yazılacak ne çok yazı, istif edilecek ne çok ayet, hadis, kubbe ve kuşak yazıları vardı. Olmadı, işte yine emeller ecelin ardında kaldı. Taptaze bir hattat, göç etti dünyadan. Ama şanı kaldı cihana, bugün genç yaşlı her hattatın gıpta ile baktığı, yazılarını onun gibi yazmak istediği bir isim kaldı dünyaya. İşte o hattatın adı Mustafa Halim Özyazıcı…
14 Ocak 1898 günü doğmuştu İstanbul’un Haseki semtinde. Önce Esekapı İlkokulu, sonra Gülşen-i Maarif Ortaokuluna kaydoldu. Hamid Aytaç’ı, henüz Hamid olmadan, Musa Azmi iken tanıdı. Ondan Rik’a dersleri almaya başladığında, cevheri görünür olmuştu çoktan. Hamid hoca ilgilendi onunla. Ama babası istiyordu en çok hattat olmasını, nasıl dua etmişti kim bilir yüce yaratıcıya ki böylesine büyük ve kalemi kendine esir eden bir hattat olacaktı Halim. 1914 yılında Medresetü'l-hattâtîn açılınca, hemen oraya kaydedildi ve mektep yetiştireceği talebelerden en kıymetlisine kavuşmuş oldu.
Halim Efendi, bu feyizli sanat mektebinde, devrin en muteber sanatkâr hocaları olan Hasan Rıza Efendi, onun ayrılması ile Hacı Kâmil Akdik'den sülüs-nesih, Hulûsi Efendi'den ta'lîk, Tuğrakeş İsmail Hakkı Altunbezer'den celî sülüs ve tuğra çekme, Ferid Bey’den dîvânî ve celî dîvânî, hattat Said Bey'den rik'a meşk ederek 26 Eylül 1918 tarihinde mezun oldu.
Klasik olarak tanımlanan icazet almayan, yalnızca mektep hocalarının imzasının olduğu bir diploma ile tamamlamıştı medreseyi. Fakat onun icazete zaten ihtiyacı yoktu. Çünkü başarısını ispat edeli bir hayli zaman olmuştu. Hocaları bile hayretle izlediler onu. Kendisine ders olarak verilen tüm yazıları en güzel şekilde hazırlayarak sundu ve söyleyecek sözü olmadı hiçbir ustanın.
1924’de Babıâli’de bir yazıhane açıp serbest hattat olarak çalışmaya başladığında neredeyse tekâmülünü tamamlamış ve adeta usta bir hattatın son dönem yazıları gibi güzel yazılar üretmeye başladı. Dört yıl bu yazıhanede çok verimli zamanlar geçirdi. Ama yakasına yapışacak ve onu bir bağ evinde, üzümler arasında yaşamaya mahkûm edecek harf inkılâbı gerçekleşti. Sonsuz bir hüzün ve ızdırap ile yazıhanesini kapatıp bugün İstanbul Topkapı'da Demirciler Sitesi'nin bulunduğu sahanın bir bölümünü satın alarak bağ haline getirdi. Yirmi dönümlük arazinin etrafını tek başına duvarla çevirdi. Bu arazinin on dönümlük kısmının toprağını ıslah ederek, üç bin kütüklük üzüm bağı meydana getirdi. Halim Efendi, bu bağda otuz çeşit üzüm yetiştirmiştir ki, bu da onun ne kadar çalışkan ve azimkâr olduğunun nişanesidir. Fakat bu dönemde de yazıdan uzak kalmamış, gelen ender siparişlere "sâbıkan hattat, hâlen bâğıbân" şeklinde imza attığı görülmüştür.
Bu dönemde Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından tamir ettirilen bazı tarihi camilerin celî yazılarını da yazmıştır. Kadırga Sokollu Camii kubbe ve yarım kubbe celîleri ve Azapkapı Sokollu Camii kubbe ve İsm-i Celâl, İsm-i Nebî, Ciharyâr-ı güzîn, Hasaneyn yazıları bu dönemde yazdığı önemli celî yazılarındandır. Yeni yaptırılan Şişli Camii Kubbe ve kuşak yazısı ile 1950'li yıllarda yaptırılan ve Halim Efendi'nin kubbe ve kuşak dâhil tüm yazılarını yazdığı Ankara Maltepe Camii celî yazıları, gerçekten ondaki sanat kabiliyetini anlatması bakımında son derece önemlidir.
19 Temmuz 1946 tarihinde vefat eden Hattat İsmail Hakkı Altunbezer’in yerine, 8 Ağustos 1946 tarihinde Güzel Sanatlar Akademisi Eski Güzel Yazılar Öğretmenliği'ne tayin edildi. Çok büyük bir hattatı uğurlayan bir makam olan bu yer, kaybedilen üstadını aratmayacak yeni bir üstad ile devam etti çalışmalarına. Bu hadise için Necmeddin Okyay efendi’nin düşürdüğü tarih de Halim Efendinin ne denli usta olduğunu özetler nitelikteydi.
Fermân-ı "en tueddû" elhak yerini buldu
Cümle kulûb-ı yâran zevk-ı surûrla doldu
Çek bâ-i besmeleyle yaz Necmi tarihin
Hattat Hacı Halim Bey şanla muallim oldu.
3 şubat 1963 tarihinde yaş haddinden emekli olduğunda geride yüzlerce talebe bırakmıştı. Vefatına kadar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü ile Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii Medresesi'nde yazı dersi vermeye devam etti.
Onun ne kadar büyük bir hattat olduğunu, 2007 yılında usta cilt sanatkârı İslam Seçen hocadan dinlemiştim. Süleymaniye Kütüphanesinin cilt atölyesinde katıldığım dersinde İslam hoca şöyle anlatıyordu. “Halim Hoca dizinin üzerinde yazı yazardı, öyle hızlı ve tashih gerektirmeden yazardı ki şaşkınlıkla izlerdik. Eğer yazdığı yazıyı beğenmezse kenara bırakıverirdi, onun müsvedde olarak bıraktığı yazıları kapışırdık. Çünkü beğenmediği yazılar bile gerçek birer sanat eseriydi.” Gerçekten de Halim hocanın tashih gerektirmeden yazdığı, bugün seyredilen yazılarından kolaylıkla anlaşabilmektedir.
Ankara Maltepe Camii’nin kuşak yazısı için ölçü bile almadan göz kararı yazdığı ve tam yerine uygun olarak yazıyı hazırladığı anlatılır. Böylesine kabiliyetli ve böylesine mühim bir üstadın o mahzun ve mütevazi duruşu görenler üzerinde de ayrıca bir tesir uyandırmaktadır. Kısa boyu ve Kırım Türklerini andıran çehresi ile muhtemelen babasına benzemekteydi.
O elim kaza olduğunda henüz altmış altı yaşında ve dipdiri idi. Ama ölmediğini ve her gün aramızda olduğunu söylemek hiç de zor değil. Çünkü ölmez eserler bırakanlar, ebediyen ölmeyeceklerdir…